Bazı Zamanlar İyimser Olmak İçin Hiçbir Neden Görmüyorum
H. Levent Erseven
Bu söyleşi Stüdyo İmge dergisinin Nisan 1993 sayısında yayımlanmıştır
Dylan Thomas’ın kendi sesiyle okuduğu şiirlerin üzerine yazdığı müziklerden oluşan üçüncü kaseti Kasım 1992′de Mr. G. imzasıyla yayınlanan Gökalp Baykal, müziğinde ve müziğiyle sürekli yenilik arayışında, titiz ve biraz da karamsar bir müzisyen. Sadece müzisyen mi? Değil, Stüdyo İmge’nin ‘kadim’ müzik yazarı, iki ‘Bob Dylan Kitabı’ yazan (ilki 1985, İmge Yayınlan, ikincisi 1990, E Yayınlan) ve hayat şartlarının dayatmasıyla ‘mecburen’ mimar. Bitmedi… Bir de Diplo Docus adlı bir fanzin’in Mr. G.’si, yayıncısı. “Kedilerin Günü” ve “Evimde” adlı iki kaseti daha bulunan Gökalp Baykal, Türkçe’yi ve Türkçe sözlü rock”ı savunuyor ve Türkiye’de Türkçe sözlerle rock müziği yapılabileceğine inanıyor. Hem de iyi rock. Gökalp Baykal’la (ben kısaca, Gök diyorum ona) müziği konuştuk.
Gökalp, istersen konuşmamıza şarkılardan, şarkı sözünden başlayalım. Sözleri kendin mi yazıyorsun?
Evet, kendim yazıyorum. Bu bütünlüklü bir süreç, bazen sözler önce oluşuyor, bazen müzik, bazen de ikisi birlikte. Birkaç tane de başka arkadaşların yazdığı sözler var.
Şarkıların hepsi Türkçe. Bu, özellikle mi böyle?
Evet, özellikle. Derdimi en iyi Türkçe anlatabiliyorum. Yabancı arkadaşlarıma yazdığım birkaç mektup dışında yazılarım da Türkçe’dir.
İngilizce şarkı sözü yazmayı düşünüyor musun peki?
İstediklerimi yabancı dilde anlatamam. Kendi müziğim için gereksiz buluyorum en azından.
Kayıtlarını kendin çoğaltıyorsun. Piyasadan kaset çıkarmayı düşünmüyor musun?
Çalışmalarımın albüm olması için ille de bir “label”dan çıkması gerekmiyor. Laf arasında, “demo” dense bile, ben onlan “demonstration”, yani tanıtım mantığıyla kaydetmedim. Bence her biri bir albümdür. Ama günün birinde firma kaseti çıkmayacak anlamına gelmiyor bu.
“Euimde” albümünde rock, blues, reggae, hatta pop sound’una sahip şarkılar var. Müziğini hangi türe sokuyorsun?
Müziğimde, genelde bugüne kadar dinleyip de hoşuma giden tüm türleri kullanıyorum. Rock da, blues da, reggae de dinlerim. Tabii, doğal olarak, dinlediğim şeyler müziğime yansıyor. Tek türe bağlı kalmak anlamsız geliyor bana.
Yeni çalışmalarında neler var?
Yeni çalışmam da hemen hemen aynı çizgide olacak. Bu albümde, birkaç parça dışında, tüm aletleri kendim çalacağım. Çok fazla değişiklik olacağını sanmıyorum.
Müziğinde bilgisayar ve synthesizer kullanıyorsun. Bunun sebebi nedir?
Tabii ki imkânsızlıklar. Sebebi bu kadar basit.
Dünyada teknolojik müziğe doğru bir yönelim var. Senin bu konudaki tavrın ne?
İmkân bulduğum anda kendime hemen bir Hammond org alacağım. Yalnız ben teknolojiyi amaç olarak değil, araç olarak kullanmak isterim. Zaten benim tarzım techno değil, rock. Müziğimde teknolojiyi sadece kayıt ortamını kolaylaştırmak için kullanıyorum. .
Eski müzisyenler ue müzik türleri yeniden gündeme geliyor. Sence bunun sebebi nedir?
Roy Orbison gibi müzisyenlerin tekrar gündeme gelmesi medya kaynaklı. Ürünlerle istediği gibi oynuyor. Müzik ürünleri, moda metalar gibi artık. Bir dönem rock moda oluyor, bir dönem blues. Ne yazık ki, medya müzisyenlere diş geçiremediği zaman, bu sefer, ürünlerini kullanıyor ve gelip geçici hale getiriyor; tüketim malzemesi gibi..
Rock müziğin Türkiye’de maddi temelleri uar mı? Zevk için mi yapılıyor? Eğer bir karşılığı yoksa, bu maddi temel sağlanabilecek mi?
Önce zevk olmalı. Zevk olmadan müzisyenlik olmaz. Ama Türkiye’den bir Rolling Stones çıkmayacak. Kalite açısından söylemiyorum bunu. Çıksa da o kadar para kazanacağını sanmıyorum.
Bob Dylan hakkında iki kitap yazdın. Bu gösterdiğin ilginin sebebi nedir?
Dylan adını duymak bile tüylerimi diken diken ediyor. Müzikle uğraşmaya başladığım ilk zamanlar ilgimi çeken müzisyenlerden biriydi. Bob Dylan’ın akustik gitar tekniği çok hoşuma giderdi. Ben de yıllarca onun o “basit” tekniğiyle gitar çaldım. Daha sonra şarkı sözlerini de anlamaya başlayınca giderek ona daha çok ısındım. Elimde çok fazla doküman da yoktu. İlk kitabı bir iki ay içinde çok uğraşarak hazırladım ki o zamanlar İngilizce’m şimdiki kadar iyi değildi. İkinci kitabı ise bir haftada yazmıştım ama daha bilinçliydim. İlkinde bazı hatalarım vardır. Bob Dylan benim için bir tutkudan daha çok bir rastlantıydı. Çünkü ondan çok daha fazla sevdiğim müzisyenler vardı.
Bunlar kimlerdi?
Neil Young, Leonard Cohen, Lou Reed, her zaman için Led Zeppelin…
Neil Young, Leonard Cohen ve Bob Dylan’da hep dikkatimi çeken bir şey olmuştur; hayata karamsar baktıkları hissini uyandırırlar dinleyici üzerinde. Bunun senin seçiminde bir etkisi oldu mu?
Tabii ki… Bazı zamanlar iyimser olmak için hiçbir neden görmüyorum.
Peki Bob Dylan’ın hem müzikal hem de hayat görüşü ve siyasi bakış açısı yönünden çizgisini değiştirmesini nasıl yorumluyorsun?
Bence Dylan en iyisini yapmış. Tüm hayatı, özellikle müzikal hayatı boyunca aynı tip ürünler vermesi ve aynı çizgide gitmesi çok anlamsız olurdu. İşte gerek Chuck Berry gerekse Creedence Clearwater Revival çok kısa dönem müzik yapmış ve çok ünlü olmuşlardı. Müziği erken bırakmalarının nedeninin kendilerini yenileyememeleri olduğunu düşünüyorum. Dylan da müziği bırakabilirdi, ama çizgisini değiştirmeyi yeğledi.
Peki, ya Joan Baez?
Joan Baez çok güzel bir müzik yapar, ben de severim, ama yapmasaydı çok şey fark eder miydi, dünya çok şey kaybeder miydi?
Bir müzisyen üzerine yazı yazarken genelde nelere önem veriyor ve neleri dikkate alıyorsun?
Ben, yazarken hep oradan oraya atlıyorum. Herhalde bu biraz da benim kafamın dağınık olmasından kaynaklanıyor. Yanı sıra müzisyenin sound’unu müzik bilgimin yardımıyla kolay takip edebiliyorum. Ayrıca şarkı sözlerine çok önem veriyorum. Bir de o insanın yaşam tarzının da müziğinde büyük etken olduğuna inanıyorum.
Senin bir de fotokopiyle çoğalttığın fanzinin var. Adı Diplo Docus. Peki, niye bu adı seçtin?
Dinozor anlamına geliyor ve benim çok hoşuma gidiyor.
Peki, amblem olarak niye o üst üste çıkmış dinozorları seçtin?
Ben o resmi, yabancı bir yalıtım firmasının ambleminden aldım. Onu, büyülterek bastım. Bir anlam çıkarmamız gerekmiyor.
Kaçıncı sayısındasınız?
Dördüncü sayı çıktı.
Peki, neden bir fanzin?
Çünkü fanzinde yazmak çok kolay. Kimseye beğendirmek zorunda değilsin.
Neleri kapsıyor bu dergi?
Sevdiğim bazı şarkı sözleri, yaptığım kolajlar, Mr. G.’nin yazdığı bazı öyküler ve şiirler. Şöyle de denebilir; o günlerde sevdiklerimin, düşündüklerimin, ürettiklerimin toplandığı bir albüm. Fanlarıma hitap ediyor.
Türkiye’de rock müzik olacak mı?
Tabii ki olacak. Türkiye’deki rock müziğin bir mastürbasyondan öteye gitmediğini söylemek insafsızlıktır ve bence çok yanlış olur. Bu işle ciddi ciddi uğraşanlar da var. Çok başarılı örnekler de var.
Sence bir müzisyenin kültürlü olması gerekli midir?
Bir rock müzisyeninin nelere ihtiyacı olduğunu henüz çözdüğüme inanmıyorum. Müzisyenin çok fazla şeye ihtiyacı olduğunu sanmıyorum. Öyle ya da böyle, müziğini yaparsın. Adamın müziğinin tutması o müziğin iyi olduğunu, tutmaması da müziğin kötü olduğunu göstermez. Sonuçta günümüzde her şey medyanın elinde. Ayrıca, ürünün tutması ya da tutmaması üretime engel olmamalıdır. Çünkü bence önemli olan üretmektir. Ama en azından insan yaptığı işi biraz olsun bilmek zorunda. Eğer bir rock müzisyeniyse, tabii ki rock müziği bilmek zorundadır. Fakat daha farklı konularda ne kadar bilgili olmalıdır bunu ben bilemem, herkesin kendi seçimi.
Sözlerinde yönelimin ne? Neler anlatıyorsun?
Karamsar bir biçemim var sanırım. Şarkı sözlerim genelde hayali, gerçek hayatta yaşanmamış şeylerdir. Sözlerim, görüntüler, gözlemler üzerine kurulu. Olaylara, genelde dışarıdan bakıyorum.
Sözlerinde Dylan Thomas’a bir yakınlık seziyor musun?
Neden olmasın? Dylan Thomas çok sevdiğim bir şair ve keşke onun gibi bir şair olabilseydim. Ama onu elimden geldiğince çalışmalarımdan uzakta tutmaya çalışıyorum. Benden daha iyi bir şarkıcı(!).
İlk kasette kimlerle çalıştın?
Hardal grubunun gitaristi ve solisti Şükrü Yüksel, Özkan Turgay ve hâlâ beraber olduğumuz Alper Karamahmutoğlu vardı. O albümü iki günde kaydettik. Parçaları onlarla daha önce birkaç kere dinlemiştik. Özkan’la da zaten o gün tanışmıştık. O gün “Kedilerin Günü’ adlı albümün hemen hemen bir yüzünü, bir hafta sonra da diğer parçaları ve vokalleri Galata Kulesi’ndeki sanatçı soyunma odasında kaydettik. Sonra ben master’ları Özkan’a bıraktım. O bana indirgenmiş olarak verdi.
“Evimde” nasıl gerçekleşti, Gökalp?
“Evimde”nin kayıtlarını evde yaptık. Alper ile elimizde 40 tane falan parça vardı. Bunlardan 8 tanesini Alper, Kramp’ın basçısı Nezih ve ben kaydettik. 7 tanesini ve daha önceden kaydettiğimiz ve biraz daha demo üstü gördüğüm 3 parçayı daha ekledik; öylesine bir kaset çıktı ortaya. Dinlenecek gibi bir şey değildi. Sonra bir gün Özkan’a gittim, 1 saatte miksajı halletti ve “Evimde” ortaya çıktı. Mr. G.’de tek başımaydım. İki gün sabahtan akşama kadar uğraştım ve ortaya hiç gitar kullanmadığım, tümüyle elektronik bir albüm çıktı. Bitene kadar ne sonuç vereceğini ben de merak ediyordum.
Varmak, istediğin yer neresi?
Müziğe şimdi ayırdığım vaktin 3 katını ayırmak isterdim. Tabii, hayat şartları yüzünden hem müziğe hem yazarlığa yeterli önemi verebildiğime inanmıyorum.
Daha çok sayıda insana hitap etmenin ya da edememenin sebebi medya mı?
Kim bilir, medyanın eline düşüp de diğerleri gibi şişelenip rafa dizilmek yerine, çatılardan, yağmur oluklarından akmayı her zaman tercih ederim.
Gürültü hakkında neler düşünüyorsun?
Bazen hoşuma gidiyor. Örneğin, bizim alt kattaki komşuya benim dinlediğim müziğin de gürültü gibi geldiğinden eminim. O yüzden, gürültüyü sınıflandırmak çok güç.
Sence Türkiye’de rock müzisyeni olmak, saç uzatmak ve farklı giyinmek güç mü?
Tabii, Türkiye’de uzun saçlı olmak güç, ama bu dünyanın her tarafında böyle. Bir de biz millet olarak birbirimizle çok ilgiliyiz, birbirimizin üstü başıyla çok uğraşıyoruz, bu da büyük bir etken. Aynı zamanda, Avrupa’da da buna benzer bir durum var. Belki adam sokakta daha rahat yürüyor, ama işe girmek istediği zaman uzun saçı yüzünden yine aynı problemleri yaşadığından eminim. Yanı sıra, kişiler herkesi kendi gibi bilir, aynı fikir yapısında olduklarını düşünürler. Sokaktaki insanı kendilerine benzetmek istiyorlar.
Hiç konser çalışman oldu mu?
1981 yılında kendi halinde bir grup kurmuştuk, ’83′te, Tepebaşı Gazinosu’nda ilk defa gerçek anlamda bir rock konseri olmuştu. Oraya çıkan gruplardan biri de bizdik. Daha sonra İTÜ’de, Ortaköy’de ve daha başka yerlerde çaldık.
Grubunuzun adı neydi?
Grubun herhangi bir adı yoktu. “Gökalp Baykal ve Grubu” diye bir ad uydurabiliriz. Sonra grup dağıldı ve bir süre sonra grubun basçısıyla birlikte barlarda çalmaya devam ettik.
Peki bu tip çalışmalara devam etmeyi düşünüyor musun?
Herhalde devam edeceğim. Belki tek başıma, belki yine birçok kişiyle beraber. Hem teknolojiden hem de insan gücünden ve beyninden yararlanarak.