12 Şubat 2005
Emel İnce

ASLINDA AYRI BİR HİKAYE…

Gökalp Baykal’la konuştuk.. Pişmanlıklardan, yeni projelerden, kedilerden, kadınlardan, tabii ki Bob Dylan’dan ve tabii ki denizden.. Şarkılarında verdiği ipuçlarının devamını arayıp, müzik hayatının yumaklarını sarmaya çalıştık elimizden geldiğince.. Apayrı olan hikayesini anlattı bize tüm içtenliğiyle.. Hem benim hem sizin sorularınızı yanıtladı kaçamak cevaplar vermeden =) Röportajı denizden uzak bir yerlerde okumak tehlikeli olabilir.. Şarkılarını denizsiz dinlemek zaten öyle.. Örgüyü tamamlamak size kalmış…
Nasıl başladı hikayeniz ya da yolculuğunuz? Sonunda varacağınız yerin burası olduğunu kestirebiliyor muydunuz?
Kendi halinde bir müziksever olarak başladı yolculuğum. O zamanlar aklımdan bile geçmezdi bir gün adımın “müzisyen” sıfatıyla birlikte anılacağı. Hiç öyle bir hayalim olmadı, biraz gitar çalıp kendime eşlik ederek eğlenmek istiyordum, hepsi bu. Müzikle ilk haşır neşir olduğum dönemlerde de bir sahne adamı olmaktan çok besteci ve söz yazarı olmanın bana daha çok uyacağını düşünüyordum. Bu nedenle ilk albümün yayımlanması 1997’yi buldu. Sonuçta hiç bir zaman ünlü bir müzisyen olmadım ve bu umurumda bile değil; ama adından saygıyla söz edilen bir müzisyen olacağım aklımın köşesinden bile geçmemişti. Kendi şarkılarını yazmak, bunları kaydetmek ve sahnede çalmak… Rüya gibi…
Arkanıza dönüp baktığınızda nasıl bir tabloyla karşılaşıyorsunuz? Pişmanlıklarınız, gurur duyduklarınız vs…
Herhangi bir enstrümanı virtüoz düzeyinde çalmayı öğrenememiş olmam daha doğrusu bunun için bir çaba sarf etmemiş olmam belki de en büyük pişmanlığımdır ve artık çok geç… Geç olmasa pişmanlıklar da olmaz zaten, değil mi? (hehe hehe) Neyse ki az gitar, az armonika ile kendime eşlik edecek kadar idare ediyorum. En büyük gururum ise zaman içinde çok değerli müzisyenlerle çalmış olmak belki de… İlk anda aklıma gelenler: Şükrü Yüksel (Hardal), Özkan Turgay (Hardal), Alper Karamahmutoğlu (Hardal), Nezih Onur (Kramp), Akın Eldes, Sabih Cangil (Ra), Serkan Ayman, Oya Erkaya, Şuayip Yeltan ve Safa Yalbaz… Elbette gruplarımda çalmış olan tüm arkadaşlarım çok değerli benim için, adlarını burada anmadığım için alınmasınlar, hepsiyle çalmak benim için büyük gurur ve mutluluk kaynağı olmuştur. 97’den bu yana birlikte çaldığım Cenk Tarhan’ı nasıl unuturum…
Peki ya neler bekliyor Gökalp Baykal dinleyicilerini… Ne gibi proje ve albüm planlarınız var?
Eğer düzgün bir firma bulabilirsem veya kendim bir çatı oluşturabilirsem, iki adet albüm kapıda bekliyor. Bir akustik, diğeri elektrik… Akustik albümde grubumdan farklı bir ekiple çaldım. Bir şarkıda Ercüment Ateş (Beyaz Kelebekler) gitar çalıyor, Şuayip bas gitarda, Cenk Sarkuş vurmalılarda. Safa piyano, gitar, akordeon, flüt ve ud çalıyor. Geri vokalde Arzu Görücü (Dinmeyen) yer alıyor. Gruptan Özgür slide gitar ile renk kattı… Sonuçta bizim içimize sinen bir iş çıktı. Elektrik albüm ise demo aşamasında, sırada kayıtları var. Tamamen grubun ürünü olacak bu albüm; Cenk bas gitar, Safa piyano, Koray Özsoy davul, Özgür Ayabakan gitar; şimdilik hepsi bu.
Şarkı sözlerinin oluşumunu çok merak ediyorum… Hepsi birer şiirden farksız… Neler etkiliyor sizi? Yaratma sürecinden bahseder misiniz?
Beni etkileyen her şey bir şarkı konusu olabiliyor, ama bu etkilenimleri doğrudan şarkı sözlerine kopyalamıyorum, sadece o andaki duyguların üzerinde duruyorum ve o duyguların kendi gerçeğini soyup yeniden giydiriyorum sözlerle. Ancak onlara hiç şiir gözüyle bakmadım, tamam ölçü ve kafiye içerenleri de var, ama şiir benim için tırmanılması çok zor bir tepe sanki.
Bol bol denizle ilintili imgeler kullanıyorsunuz…
Deniz, evet… Deniz benim ruhsal besinim adeta, onu görmeden yaşayabileceğim bir kent yok sanki. Trabzon ve İstanbul ve biraz da Bodrum… Bir yıl Paris’te yaşadım ve sıkıldım deniz olmadığı için; gerçi tek neden o değildi, ama moda deyimiyle “bu ayrı bir hikaye” (hehe hehe)… Denizin yanı sıra denizcilerin daimi maceraya dayalı çileli yaşamı da beni hep çok etkilemiştir. Düşünsenize orta büyüklükte bir tekneyi iskeleye yanaştırmak bile bir risk içerir. Karadan açılır açılmaz çevrenizden uzaklaşmaya başlarsınız ve suyun üzerinde başınıza ne zaman neyin geleceğini bilemezsiniz. Denizde yaptığım bir kaç gezi bile bana çok şey öğretti; Mavi Yolculuk derler ya.. Gerisi Karadenizli olmanın da getirdiği bir şey herhalde (hehe hehe)
Ben en çok Yabancılar albümünüzü seviyorum sanırım… Siz nasıl görüyorsunuz o albümü?
Galiba ben de en çok onu seviyorum… Kendime ilişkin pek çok ipucunu verdiğim bir albümdü. Gerçi diğer albümlerde de bir sürü ipucu var, ama onun yeri başkadır. Ayrıca ilk kez bir grup çalışmasıydı Yabancılar benim için. Hatırlarsanız Ağustos 1996 albümü neredeyse tek başına çıkmış bir işti. Yabancılar albümü, Günaydın Hüzün’den önce kaydedilip, sonra yayımlanmıştı, ilginç bir durumdu.
Hepsi birer çocuğunuz gibidir belki… Siz ayırabiliyor musunuz?
Herkes bir çocuğunu diğerlerinden çok sever… Kimse beni aksine inandıramaz (hehe hehe). Her Zaman Bir Şarkı’nın da yeri başkadır, ama ben en çok Yabancılar’ı seviyorum, nokta…
Yeni grupları ve kişileri takip ediyor musunuz?
Yabancı yeni grupları çok fazla takip edemiyorum, daha doğrusu etmiyorum; radyoda kulağıma çalınanlar oluyor. Çoğu bana bir şey vermiyor, sıkılıyorum, yoruluyorum. Yansıttıkları ruh hali bana çok uzak geliyor, kuşak farkı herhalde, ne bileyim… Geçen yıl Dwight Yokham adlı bir müzisyeni keşfettim, muhteşem biri, ama o da bana yakın yaştaymış (hehe hehe)… Ancak yerli genç grupları dikkatle izliyorum; Zardanadam, Karakedi, 100 Derece gibi gruplar işin hakkını vererek yapıyorlar, onları çok beğeniyorum.
Peki ya kediler?
Onlarla çok iyi anlaşıyorum; birbirleriyle konuşmadan kurdukları ilişkiye hayranım. Aynı ilişkiyi bizlerle de kuruyorlar, sürekli sinyaller yolluyorlar, bir kısmını alabilirsek ne mutlu bize. Kedilerin o içten sinyalleri benim büyük esin kaynaklarımdan biri. Sevgi dolular…
Ya kadınlar? Bunu çok merak ediyorum, “Senin Gibi Bir Kadın” şarkısından dolayı olmalı.. O kadar güzel bir parça ki… Kim bu çok şanslı kadın?
Bak, yapma bunu Emel… 21 yıllık eşim bile bana bunu sormadı hiç… Şimdi “kadınlar” demeyelim de “aşk” veya “sevgi” diyelim (hehe hehe). Elbette sevgi de benim önemli bir esin kaynağım. Aslında en önemlisi… İçinde sevginin geçmediği pek çok şarkı da yazdım, ama içimde sevginin olmadığı bir anı düşünemiyorum. “Senin Gibi Bir Kadın”, aşktan yani sevme duygusunun yoğunluğundan söz eden bir şarkı, biraz “hard” şekilde söz ediyor hepsi bu… Senin için seni seven bir insan yazmış gibi düşün bir an. Çok zor olmamalı… Röportajdan önce benim sorulara kaçamak cevap vermememi sevdiğini söylemiştin; şimdi aksini düşüneceksin (hehe hehe), ama inan bana onu kimse için yazmadım. Aslında şarkılarımın içeriklerine yönelik sorular hep beni morartır (hehe hehe).
Gökalp Baykal olur da Bob Dylan olmaz mı dedim… Hayatınızın neresinde Bob Dylan?
CD raflarımda ve plak dolabımda öncelikle… Tam serisine ve çok sayıda bootleg albümüne sahibim. Ancak her dakika Dylan dinliyorum sanılmasın. Sonuçta Dylan dinleyerek ve okuyarak çok şey öğrendim, bunu inkar edemem; bu da hayatımda önemli bir yeri olduğu anlamına gelir sanırım. Ve ilk kez sana itiraf ediyorum gibi olmasın ama, Dylan olmasaydı müziğe bu kadar asılmazdım (hehe hehe).
“It’s Alright Ma” şarkısında reklamları eleştiren Bob Dylan’ın bir reklam filminde rol almasını herkes çok eleştirdi… Siz ne diyorsunuz?
Hayatı boyunca yüzlerce güzelliğe imza atmış bir insanın, ender rastlanan saçmalamalarından biri olarak görüyorum. Şaşırtıcı bir durum benim açımdan, belki de “hayatta bir de bunu deneyeyim” demiştir (hehe hehe). O Bob Dylan’dır ve saçmalama hakkını böyle kullanmıştır diyelim ve önümüzdeki maçlara bakalım.
Sevgililer Günü demosuna insanların ulaşma sansı var mı hâlâ? Zardanadam’la yine böyle projeler düşünüyor musunuz?
Elbette var, konserlerde talep eden olursa veriyorum. Ayrıca www.gokalpbaykal.com veya www.zardanadam.com sitelerinden indirmek mümkün. Zardanadam ile şu anda yeni bir projemiz yok, ama ileride neden olmasın?
Sevgililer günü sizce ne ifade ediyor?
Dünyanın en anti–sevgililer günü şarkısını yazdım aslında. Gerçekten de bence adı konmuş bir günün hiç anlamı yok. Okuldan eve gelip, kedilerimle ve eşimle birlikte olmak bence her günü sevgililer günü haline getiriyor. Kendi yaş günümü bile kutlamıyorum. Annem buna izin vermiyor, ama dedim ya “bu da ayrı bir hikaye”…
Not: Hala aynı şeyleri düşünüyorum cevaplarla ilgili =) Hiçbir şey değişmedi..
ve turkrock.com’da merak edilenler:
*bütün bu sanat, bilim (kitap yazmak, eğitim vermek) ve de is (mimarlık) yaşamını nasıl bunca yıl bir arada götürdü? bütün bunları bir kafaya nasıl sığdırdı? zor olmadı mı? kendisini zeki buluyor mu? (bence cok zeki bir insan; iyi bir sanatçı) daha nice albümler dileğiyle…
60 numara şapka giyen bir kafa işte… Neyse, o işin şakası… Aslında çok zor olmadı, ama çok çalıştığımı inkar edemem. Severek çalıştım ve ne yaptıysam çok çalışarak yaptım; yoksa çok zeki bir insan olduğum inancında değilim. Eğer çok zeki olsaydım, bu kadar çalışma sonucu daha farklı yerlerde olurdum herhalde diye düşünüyorum. Güzel dileğiniz için teşekkürler.
*Hakan Tuna BİR ŞANS DAHA şarkınızı ikinci kasetinde okuyacakmış, bu haber doğru mu?
İnanın hiç haberim yok, ama gerçekleşirse bunun beni ne kadar mutlu edeceğini tahmin edemezsiniz. Hakan, çok sevdiğim bir arkadaşım ve kaliteli bir müzisyen. Gurur duyarım böyle bir şeyden ayrıca…
Tamer Altay

www.turkrock.com