Bu söyleşi, 90′lı yılların başında Diplo Docus fanzinini çıkartan MrG ile değil, her ikisini de yaratan müzisyen ve yazar Gökalp Baykal ile internet üzerinden yapılmıştır.
Feedback Fanzini- 6 Mart 2001
Gökalp Baykal hem müzik yazarlığı, hem şarkı sözü yazarlığı, hem de yazdığı kitaplarla birçok özelliği bir arada taşıyan önemli sanatçılarımızdan. Şarkılarında rock’n roll, blues, reggea ritimlerini kullanan Baykal, son albümü “Akustik Anılar”ı internet üzerinde yayınladı. Biz de Gökalp Baykal’ı bulup, müziği üzerine kısa bir konuşma yaptık...
Gökalp Baykal, artık Bob Dylan’a dair her şeyi anlattığına inanıyor. Sırada yeni müzik adamları hakkında yeni kitaplar varmış. Beş müzik albümü olan Gökalp Baykal, yazar olarak kafayı Bob Dylan’a takmış durumda. Baykal İlk iki kitabının baskıları tükenince genişletilmiş biçimde yeni bir Dylan kitabı daha yazdı...
Şarkı sözlerinizin kent insanlarına yönelik, güncel ama popüler olmayan bir yanlarının olduğunu, dinleyicileriniz için içten içe kendi dil evreninizi yarattığınızı söylemek yerinde bir tespit olur mu? Sizce günümüz insanı için şiirin yerini şarkı sözlerinin almasından, sorunları şiire göre daha sağlam yansıtıyor olmalarından, birinin diğerinin yerine geçebileceğinden söz etmek mümkün mü?..
“Bir ağaç, bildiğimiz kadarıyla, hiç bir şekilde çevresiyle ilgili bir merak belirtisi göstermez; bir sünger veya istiridye de göstermez. Rüzgar, yağmur, okyanusun akımları, onlara gerekli olanı getirir, onlar da gelenden alabildiklerini alırlar. Eğer olayların rastlantısıyla önlerinde ateş, zehir, yırtıcı hayvan ya da parazit belirirse, ölümleri de yaşamları gibi kadere boyun eğerek ve zavallıca olur. Bununla beraber ilk yaşam şekillerinde, bazı organizmalar kendi başlarına hareketi geliştirdiler...
Önce uzayda tek bir nokta vardı. Sonsuz derecede küçük bir noktaydı bu, öyle ki ne kalınlığı vardı ne yüksekliği ne de ağırlığı. Uzayda yerinin neresi olduğunu saptayabiliyor, çok yakınına gidebiliyor, gözle algılayabiliyor ama elle tutamıyorduk. İlk karşımıza çıktığında bizi hayretlere düşüren şey sadeliği yanında kararlılığı oldu. O hep oradaydı...
Akşam saatleri orman henüz ürkütücü görüntüsünü almamıştı. Ben de güçlü gözlerime güvenerek, ormanın içlerine doğru ilerlemekteydim. Belki bir kaç çeşit daha meyve toplayıp, akşam yemeğimi zenginleştirebilirim diye düşünüyordum. Yalnız başıma ilerlerken aklımdan pek çok şey geçiyordu. Tabi en başta da korkularım birer birer beyin kıvrımlarımı ziyaret ediyordu. Ormanda insanı pek çok tehlike bekler...
1993 yılı Londra’nın kuzeyi, Lyndhurst Hall, eski kilise binası son Air stüdyosu olarak göreve başlamak üzere. Beatles çetesinin her zaman perde arkasında kalmayı başaran ve beşinci elemanı olarak da bilinen yapımcı George Martin “Bu kez son” diyor, “Bu son kurduğum stüdyo olacak!”. Olsun, ne yapalım… Önce Abbey Road, sonra Batı Hint Adaları Monserrat’da Air ve şimdi yeniden Birleşik Krallık’da yeni Air…
Bu güne değin gerçekleştirilmiş en uçuk gitar tasarımının Fender Stratocaster olduğunu öne süren bir dostum vardı. O yıllarda sevgili Squier Stratocaster’ıma kuma getirmiş ve elektrik gitardan çok pompalı tüfeğe benzeyen, Steinberger lisanslı bir Hohner edinmiştim. O, ne kafası, ne akort kulakları ne de ele avuca gelir bir gövdesi olmayan ucube, 1990′ların başında gözüme gerçekten de bir tasarım harikası gibi görünmüştü. Bu görüşüm halen değişmemekle birlikte,..
Elektronik müziğin, ömrünün ilk on yılını henüz aşmış olduğu bir sırada, ama niceliği ve kimliği yaratıcılarının eylemleriyle ve üretimleriyle iyice belirmişken, saygın bir besteci, Stravinski şunları söylemişti: “Şimdi…