Gökalp Baykal Roll – Sayı 6 – Nisan 1997
Kayıt odasında miksercinin yanında ayakta dikilen, yerinde oturamayan, durgun ama sakin olmayan biri. O her şeyden önce bir müzisyen, ama her şeyin ötesinde bir yapımcı. Hem de pek çok ödül ve ün kazanmış albümün yapımcısı. Lanois’nın katkısı yalnızca sanatçıların gurur duyup çok para kazanacağı albümler yapmakla sınırlı kalmamış, aynı zamanda bir dönemki sesörgülerine (sound) de damgasını vurmuş. Örnek mi istersiniz: U2, Peter Gabriel, Bob Dylan, Emmylou Harris… Bir yapımcı için yeterli referanslar sayılabilir, değil mi? Bu arada dilimize yapımcı diye çevirdiğimiz bu kavramın İngilizcesi “producer”. Bizde kullanılan “prodüktör” ile hiç çakışmayan bir anlamı var. Belki siz bunu duymaktan sıkıldınız ama, yinelemekte sakınca yok: Yapımcı, müziğin sesörgüsünden sorumlu kişidir, parayı bastırıp da bütün iplerin elinde olduğunu sanan değil; onlara finansör falan ya da her neyse o denir. Daniel Lanois, yapımcılığının yanında, başkaları için yaptığı albümlerin dışında kendisini de ihmal etmeyerek iki stüdyo bir de konser albümü yayınlamış ve kendi dahil toplam üç kişiden oluşan grubuyla sahneye çıkan sıkı bir gitarist ve düzeyli bir şarkıcı. Yakında çıkacak yeni Bob Dylan stüdyo albümünün yapımında görev alan en önemli kişiyi kısaca bir hatırlayalım; bugüne değin tanımadıysak da tanıyalım bakalım.
Kim, kim, kimdir bu?
Daniel Lanois, Quebec’li, yani Kanada’nın Fransız kökenlilerinden, ana dili de Fransızca. Küçük yaşta Ontario’ya göçtüklerinden dolayı İngilizce de ikinci ana dili olmuş. Ancak kendinin de belirttiği gibi bu yabancılık duygusunu hiç bir zaman üzerinden atamamış. Müziğin içinde doğmuş şanslı (!) kişilerden biri; ailesinde müzisyen olmayan yok gibi. Üstelik Ontario’nun Kaptan Swing (!) kadar ünlü olan kendine özgü folk müzik geleneğinden de bolca etkilenmek durumunda kalmış. Aile ve çevreden edinilen deneyimlerini şöyle özetliyor: “Akustik enstrümanlar, geleneksel melodiler ve anlık doğaçlamalar”. Onu her kesten farklı kılan öncelikle bunlar değil mi? Lanois gibi bir çağdaş rock müzik ustasının geleneğe bu denli önem vermesini yadırgayanlar olabilir; o ise bu konuda şöyle diyor: “Asla gelenekten uzaklaşmadım, çünkü onu seviyorum, çünkü o benim bir parçam. Ancak deneyler yapmayı da seviyorum. Yeni sesörgüleri ve farklı bakış açıları üzerinde çalışıyorum. Sesörgüsü çok önemli, çünkü dinleyiciyi heyecanlandıran esas budur; onu havaya sokan esas öğe müziğin sesörgüsüdür, o kendi başına zaten bir öykü anlatır. Güçlü bir sesörgüsünü melodiyle birleştirdiğinizde esas öykü ortaya çıkar ve artık elinizde gerçekten güçlü bir ürün vardır.”
Bu kadar kısa ve öz anlatıma diyeceği olan var mı bilemeyiz ama, biz yeniden şu sesörgüsüne geçmeden önce Daniel Lanois’yı biraz daha yakından tanıyalım. Daniel ve kardeşi Robert’in ilk müzikal deneyleri çocukluk yıllarında başlar. Küçük bir ses alıcısıyla çevrelerindeki tüm sesleri kaydeder ve bunların üzerinde ellerinden gelen tüm ilkel düzenleme (editing) işlemlerini yapmaya çalışırlar. Lanois kardeşlerin ilk ciddi deneyleri bir adet 4 kanallı teyp edinmeleriyle başlar. Evlerinin bodrumunda küçük bir prova stüdyosu kurarlar ve 60 dolara (doğru okudunuz “60″) iş görür bir demo bandını garanti ettiklerini belirten ilanlar verirler (bizim stüdyolar utansın). Bu prova stüdyosunda yalnızca gelen gruplara demo bant yapmakla yetinilmez, aynı zamanda beste, söz ve düzenleme destekleri de verilir. Kısaca oraya gelen grubun müziğini daha ileriye götürmek için gereken tüm hizmetler, Lanois kardeşler tarafından sağlanır. Ünleri kısa sürede yayılır; minimal olanaklarla harikalar yaratan iki kardeş, artık mini bir efsanedir ve “aranmaktadırlar”. Laf aramızda Daniel kadar ünlü olmayan Robert Lanois’yı da kısa süre önce Kanada televizyonunda seyretme şansına eriştik; uçurucuydu.
Müşteriler
Müşteri portföyü genişlemekte, stüdyo küçük kalmakta, ayrıca gürültüden kafası şişen anneleri maraza çıkartmaktadır. Stüdyo daha büyük ve konforlu bir yere taşınır ve çevrelerindeki pek çok folk, country ve gospel müzisyeninin albümlerinin kayıtlarını yapmaya başlarlar. Stüdyonun adı Grant Avenue Studio’dur ki ilk kez orada, yaşamlarını değiştiren büyük müzik dehası, müzisyen ve yapımcı Brian Eno ile tanışırlar. Aradan geçen yıllar boyunca Eno hem öğretmenleri hem de can arkadaşları olur. Bu yakınlık sırasında Eno, Daniel Lanois’nın yeteneğinin kendi kabuğunu kolayca kırabileceğini fark eder. O dönemlerde adından övgüyle söz edilen İrlandalı grup U2′nun 1984 tarihli “The Unforgettable Fire” albümünün yapımında birlikte görev alırlar. Sonuç her iki taraf için de olumludur; yani hem grup hem de yapımcılar açısından. Lanois daha sonra U2′nun daha çok ses getirecek albümlerine de imza atacaktır: 1987′de The Joshua Tree ve 1991′de Achtung Baby. 1985 yılında Peter Gabriel, Birdy filminin müziğini hazırlarken, Lanois’nın sesörgüsü deneyiminden yararlanmak ister. Elinde bir yığın kanallı kayıt vardır ve Lanois ile birlikte kısa süre içinde bunları miksleyerek farklı bir görünüm almalarını sağlar. Lanois daha sonra Gabriel’ın 1986 tarihli “Us” ve 1992 tarihli “So” albümlerinde görev yapacaktır. Diğer önemli müşteriler içinde, turist olarak gittiği New Orleans’da tanıştığı Nevile Brothers (ki 1989 yılında onların “Yellow Moon” albümünün yapımcılığını üstlenecektir) ve hiç ummadığı anda “Oh Mercy” albümünü yaptığı Bob Dylan sayılabilir (yine 1989, kuşkusuz ozanın en özenli yapılmış albümü olarak hatırlanacaktır). Bu arada 1988 yılında The Band’in bir zamanlarki gitaristi Robbie Robertson’un solo albümünü de unutmayalım. Son olarak 1995 yılında, bir zamanların Country kraliçelerinden Emmylou Harris’in Wrecking Ball albümünü hatırlıyoruz. Bunca yıllık oturmuş bir kariyere sahip Harris için nice büyük ataktı. (Ne mutlu ki BBC’nin Later With Jolls Holland adlı programında Lanois Band ve Harris’i birlikte canlı çalarken izleme fırsatı bulmuştuk.)
Lanois, müzisyen
Tabii Daniel Lanois’nın müşterilerinin tümü bu kadar değil; bir miktar fikir vermesi açısından yalnızca ilk anda akla gelenlere değindik. Bunca işinin arasında Daniel Lanois, kendisi için de üç adet albüm yapmayı da ihmal etmez. Aslında ihmalkardır da bir bakıma, örneğin 1989 tarihli “Acadie” albümünün kanal bantları adeta bir dünya turu yaparak, aralarında Brian Eno’nun da bulunduğu sayısız müzisyenin eklemelerini bekleyerek, uzun bir sürede tamamlanır. İngilizce ve Fransızcanın adeta harç gibi karıldığı şarkılarda, Lanois köklerine inerken, çağdaş rock müziğinin serüveninden diktiği giysiyi de sırtına almaktadır. 1993 tarihli “For The Beauty Of Wynona” ve 1994 tarihli “Cool Water (konser)” albümleri, Lanois’nın müzikal ufkunun lezzetli ancak küçük porsiyonlarıdır. Onu müzisyen olarak dinler ve izlerken, mağrur bir rock yıldızından eser bulamazsınız. Saygı uyandıran bir sadelikle, gitarlarına muamele çeken, şaşırtıcı bir teknikle çalan ve konuşurcasına şarkı söyleyen orta yaşın eşiğinde bir adam. Başlıca çalgıları: Gibson elektrik gitarlar, dobro (national gitar) ve 12 telli gitar ile mandolin arası ucubik bir elektrikli “enstrüman”. Belki de onu Wim Wenders’ın “Until The End Of The World” filmindeki “Sleeping In The Devil’s Bed” şarkısından hatırlayanlarınız vardır.
Yapım, yapım
Yapımcının en önemli silahı sezgisidir. Sezgi en az müzik bilgisi ve kültürü kadar önemlidir. Lanois’ya kulak verelim: “Bir albüm yaparken nerede duracağınızı bilmelisiniz. Çok ileri giderseniz, süsten geçilmez. Biraz geride kalırsanız istediğinizi elde edemezsiniz. Albüm yapımcılığı sonuçlarla değerlendirilir. Performansları yakalamak, şarkının potansiyelini ortaya çıkartmak gerekir. Bazıları şarkısı boyunca bir akustik gitar çalmak ister; aşırıya kaçmasına izin vermemeniz gerekir. Belki bir miktar daha tempolu gitmesi veya karmaşık çalması daha iyi olacaktır. Bu tür müdahalelerin gerekip gerekmediği konusunda doğru ve yerinde kararlar vermeniz, şarkının gizilgücünü ortaya çıkaracaktır.”
Yapımcıların kendine özgü, kapalı devre bir sistemi olduğu sanılır. Belki büyük çoğunluk için böyle olabilir ama Lanois’nın yaklaşımı çok farklı: “Albüm yaparken, genellikle sanatçının mekanına giderim. Kayıt işi bir miktar uyarıcı yani motive edici öğe gerektirir. Şunu keşfettim ki sürekli aynı tanıdık ortamda çalışıyorsanız, zaman içinde giderek bazı alışkanlıklar geliştiriyorsunuz. Aynı sesörgülerini kullanmaya, farklı sorunlara aynı yaklaşımla çözümler üretmeye başlıyorsunuz; çünkü bu durum işinize gelmeye başlıyor. Ama biraz kabuğunuzdan çıkıp, tanımadığınız ortamlara girdiğinizde, daha yaratıcı oluyorsunuz, adeta keşifler yapıyorsunuz. Yaratıcılık açısından bu keşifler son derece önemli, üstelik de eğlenceli.”
Başarılı bir yapımın ortaya çıkabilmesi için illa da çok yüksek nitelikli ve dolayısıyla pahalı donanım gerektiğini savunanlar pek de azınlıkta değildir. Gelin görün ki Lanois bu konuda da farklı düşünüyor: “Kayıt yapacağım yeri belirlememde, o stüdyodaki teknolojinin düzeyi asla önemli bir faktör olmamıştır. Mekanın akustik açıdan tasarımına hiçbir zaman önem vermem. Hatta bu bana biraz da anlamsız geliyor. Haliyle bazı temel ekipmanın eli yüzü düzgün olmalıdır ama, en iyi sonuçları en umutsuz mekanlarda aldığımı söyleyebilirim.”
Yine Bob Dylan ile
İçinde bulunduğumuz yılın (1997) ilk ayları; Miami’de Criteria stüdyoları. Aynı anda üç grup birlikte çalıyor. Basçı tek, diğer çalgıların her birinden en az iki tane, hatta üç takım davul kurulmuş (birinin başında yılların session man’i Jim Keltner). Adı duyulmamış bir grup Mud Boy, session’ın ayaklarından birini oluşturuyor. Acaba bir kargaşa mı yaratılıyor? Bu, Bob Dylan ile Daniel Lanois’nın birlikte verdikleri bir karar. Müzisyenlere rahat huzur vermemekteler; kimseye esas çalgısını çaldırtmamak için özel bir çaba göstermekteler. Şöyle ya da böyle, amaçları sanki Desire benzeri ama blues ağırlıklı bir albüm yapmak (duyduklarımızın yalancısıyız). Dylan da bir başka yalancı değil mi zaten? Yıllar önce artık yeni şarkı yazmayacağını söylemiş ve cover’larla vakit öldürmeye başlamıştı. Gel gör ki Minnesota’daki evinde bir yığın yeni şarkı yazmaktan geri kalmamış, beş yıl boyunca bunları biriktirmişti. Eh, şimdi bu şarkıları, paragraflardır size tanıttığımız (hatırlattığımız) Daniel Lanois’nın elerine teslim etmesinde garipsenecek pek de bir şey yok. Zaman gerçekten de değişiyor. Şu satırlar yazılırken, şarkıların çoğunun Memphis’le ilgili olduğunun dışında elimize çok fazla bilgi ulaşmış değil. Yalnız albümde 17 dakikalık, solosuz ve soluksuz bir şarkı olduğunu biliyoruz. Şarkının biraz kısaltılması istendiğinde Dylan: “Bu zaten kısaltılmış versiyonu!” diye çıkışmış; şarkının adı büyük olasılıkla “Americana”. “Red River Shore” adlı şarkıda akordeon ve pompalı org (harmonium?) kullanılmış. Bir kaç dedikodumuz daha var ki bunları Daniel Lanois’dan aktaralım. Lanois, “Voice Of The Generation” adlı şarkıda, biraz da adına ithafen, Dylan’dan şarkıyı divana oturup akustik gitarla “kara düzen” çalmasını istemiş. Ozanımız karşı çıkmış, haklı nedeni de yok değil: “Bunu yapmak istemiyorum, çünkü az önce öyle çaldım; evden çıkmadan”. Bazı şeyler hiç değişmiyor… Bir başka şarkıda ise Lanois, biraz daha yüksek perdeden vokal ister, ama çetin ceviz bunu kabul etmez ve kayıt o günlük yarım kalır. Dylan herkesin ortasında deklarasyondan da geri kalmaz: “Eğer insanların şarkı söylememe ilişkin uyarılarını dikkate alsaydım, bugün kariyer sahibi biri olurdum!” Sanki değil… Sanki olmadı… Sanki Nobel Edebiyat ödülüne daha yeni ben aday oldum… Neyse Daniel Lanois zor oyunları seven bir yapımcı; çok sabırlı biri olduğu da su götürmez. Yeni ürününü merakla bekliyoruz.
Not: Bob Dylan’ın Time Out Of Mind albümü yayınlandığında bazı şarkıların adları değişik olarak yer almıştır. Yazıda sözü geçen adlar, o günlerde telaffuz edilenlerdir.