Mona Lisa’nın Heykeli

Gökalp Baykal
Size bir soru sormak istiyorum: Mona Lisa’nın heykelini gözünüzde canlandırabiliyor musunuz? Ya da Rodin’in Düşünen Adam’ının yağlıboya tablosunu nasıl bulursunuz? Hem bir de Mona Lisa’nın yanağına koca bir ben yerleştirelim, elleri de öyle birbirine kavuşturulmuş değil de havaya kalkmış ve zafer işareti yapıyor olsun. Şu bizim adamın resmine de yakışıklı bir bıyık çizelim, hem niye oturuyor, biraz da ayakta dursun bakalım. Yo durun, hemen kızmayın Farz edelim dedim topu topu. Yine de aklıma takılıyor Mona Lisa’nın heykeli yapılırken bacakları gösterilse daha mı iyi olur, ya boyu yaklaşık kaç santimetredir? İki boyutta algıladığımız bir dünya acaba üç boyutta hangi sınırları zorlar? Stanislav Lem’in Solaris’ini okuyanlar Tarkovski’nin çektiği filmini görünce biraz hayal kırıklığına uğramadıklarını söyleyemezler her halde. Yüzyılımızın sanatı sinema bile ses, ışık, görüntü, mekan gibi olanakları bir arda kullanmasına karşın romanların beyaz ekrana yansıtılması sırasında, beyaz kağıdın gizemli dünyasını bir miktar zedelemiyor mu?
Yukarıdakilere benzer örmekleri daha da arttırmak olası, uyumsuz ve olumsuz örnekler şüphesiz ki sanatsal alanda yapılan üretimlerin ayrılmaz bir parçası. Güzel-çirkin, başarılı-başarısız veya çağdaş-çağdışı gibi sübjektif değerlendirmelerin tümüyle dışında anlamlı-anlamsız gibi bir yaklaşım içinde az önce saydığımız örneklerin bu günlerde, hatta yıllardır süratle artan bir türünden söz etmek istiyorum: Türk tipi protest müzikten, daha doğrusu protest müzik ya da özgün müzik adı yakıştırılan şiirden devşirme şarkılardan, hani hepiniz dinlemişsinizdir Nazım Hikmet’in, Can Yücel’in, Ahmet Arif’in, A. Kadir’in ve pek çok büyük şairin güzelim şiirlerini besteleyip, bunları hiç tanımadıkları bir müzik türünün adı altında ortaya koyanlardan söz ediyoruz. Protest karşı çıkış, reddediş demektir. Tamam bunu onlar da bilirler, düşüncelerinde ve tümüyle içtenliğine inandığımız fikirlerinde karşı çıkış ve reddediş son derece güçlüdür. Ayrıca bunun tartışma yeri bu satırlar değil ve tartışılması da belki gereksiz. Ancak karşı çıkıyorum, reddediyorum derken kendi fikirlerini ve duygularını ortaya koymak yerine bir şairin karşı çıkışını nakletmek acaba ne kadar özgün oluyor? Protest şarkı kendi şiirini yazan şarkıdır, bir şiirin içeriğini kendi kalıbına uyduran şarkı değildir. Can Yücel’in şiirini bestelemekle kimse kimseye o şairin estirdiği rüzgardan bir yaz esintisi bile ulaştıramaz. Şiir ayrı bir dünyadır, protest şarkı sözü ayrı. Her birinin kendine has iç dünyası, biçemi ve makyajı vardır.
Dünyada protest müziğin sayısız örnekleri var, tabii bestelenmiş tabii bestelenmiş şiirlerin de pek çok örneği vardır. Ama protest müzisyen denince sözü ve müziğiyle, hatta düzenlemesiyle kendine özgü bir ifade biçemine sahip ve bu ifadesini kendi çabasıyla insanlarla paylaşan müzisyen anlaşılır. Nedense bizde her şeye bir isim yakıştırılıyor, her türlü terim birbirine karıştırılıyor: Liberalizmle tutuculuk, iyi niyetlilikle aptallık, barışseverlikle güçsüzlük, cesaretle saldırganlık, anarşizmle terör gibi. Sonuçta terimlere hep yenik düşüyoruz. Hiç bir sanat ürünü gösterişli bir adı olduğu için daha anlamlı olmuyor, insanları çok uzun süre kandıramıyor. Karşı çıkış, reddediş, başkaldırı, bunlar şarkı geleneğinin Ortaçağ trubadurlarından günümüze değin değişmeyen en güçlü temalarıdır. Bu arada henüz belden yukarı çıkamamış bazı sanat müziklerinden burada söz etmek bile yersiz. Bir robot olmayı, güdülmeyi kendine yediremeyen, hatta doğasında bile olmayan pek çok sanatçı bu temaları işleyerek fikirlerini başkaları ile de paylaşıyor, onları kimse susturamıyor. Hangi hitabet bir şarkı kadar etkili, hem akılda kalıcı hem de sürükleyici olabilmiştir? Woodstock, No Nukes, Human Rights Now, Mandela’nın Yaş Günü, Uluslararası Af Örgütü konserlerinin insanların düşüncelerine verdiği motor gücü verebilecek bir sempozyum düşünebiliyor musunuz? İşte protest budur, köktenci ve coşkulu bir haykırıştır, güzelim şiirleri prosodi yanlışlarıyla doldurup uzatıp çekerek, halk müziği sentezi olduğu iddia edilen her hangi bir besteye oturtmak değil.
Müziğe yeni başlayan pek çok genç protest ya da özgün diye bilinen müziğin Türk tipi olanını tercih ekiyor, yine de oyuna gelmeyip kendi şarkısını yazanların sayısındaki artış oldukça sevindirici. Tabii eski toprakların da hakkını yemeyelim: Cem Karaca Bülent Ortaçgil, Nejat Yavaşoğulları, Mazhar Alanson, Barış Manço gibi müzisyenlerin her biri kendi türünde ve kendilerine özgü şarkılarıyla yollarına devam ediyorlar. Bu müzisyenlerin bütün şarkıları belki protest şarkı değil belki ama belli bir özgünlük çizgisi içinde kaldıkları da bir gerçek. Şarkı yazmak kolay iş değil tabi, bunu hepimiz biliyoruz, hele özgünlük oldukça iddialı bir uğraş. Şiir besteleyenlerin de bir gün işin kolayına kaçmayı bırakıp karşı çıkan ya da çıkmayan ama gerçek anlamda özgün şarkılara yönelmelerini bekliyoruz.
Yayınlanmamış yazı – Kasım 1989
Not 1999: Bu yorumlarıma lütfen işin adabını bilen ve naçiz dileğimi yerine getiren, zevkle dinlediğim Işığın Yansıması grubunu hariç tutarak bakınız .